Kütüphaneci Olmak

Merhaba.

Öncelikle her yıl Mart ayının son haftası kutlanan, “Kütüphane Haftamız” kutlu olsun diyerek söze başlamak istiyorum.

Bazı meslekler vardır.Adı söylendiğinde “oooo maşallah, aaaa ne güzel” ifadeleriyle takdir görür ve o mesleğin sahibi olan kişiyi daha ilk izlenimde taltif eder.Bazı meslekler de ne yazık ki çok fazla rağbet görmez, hatta tanınmaz bile –“hmm nasıl yani” , “aaa öyle bir bölümü mü var” – ifadelerinde olduğu gibi.Kütüphanecilik mesleği de, ne yazık ki ikinci bahsettiğim tarafta yer almaktadır çoğunlukla ülkemizde. Kütüphaneciliğin bir bilim dalı olduğu, kendi içinde pek çok sistemi barındırıp, belgeden bilgiye ve oradan kişiye ulaşımını sağlayan önemli bir köprü olduğu çok da fazla önemsenmez ve bilinmez.

Ben, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Kütüphanecilik Bölümü’nden mezun olduktan kısa bir müddet sonra mesleğe çok iyi bir kütüphanede başlayıp, çoluk çocuk büyütme telaşıyla bir müddet ara verdikten sonra tekrar dönüş yapan, ayrı olduğum yıllarda bile kalben ve fikren devam eden ve mesleğimi gerçekten çok seven bir kütüphaneciyim. Aslında çocukluk yıllarından itibaren, bir çeşit kütüphanede yaşadım desem abartmış olmam. Çünkü rahmetli babam, öğrencilik yıllarında dahi kısıtlı harçlığını yemek yerine kitaba yatıracak, her bir kitabı yeni doğmuş bir bebeği tutma hassasiyetiyle narin ve tertemiz bir şekilde okuyup elleriyle onlara kitaplıklar yapacak kadar çok seven, okumanın, bilginin önemini, değerini bilen ve her fırsatta başta biz çocuklarına olmak üzere tanıdığı gençlere anlatmaya çalışan büyük bir kitap sever ve çok iyi bir okuyucuydu. Daha ilkokul yıllarımdan beri evimizde o dönemin en değerli ansiklopedileri, sözlükleri, Türk ve dünya klasikleri, aklınıza gelebilecek her çeşit önemli eserler elimizin altındaydı.

Benim gibi 40’lı, 50’li yaşlarda olan arkadaşlar iyi hatırlar.Ortaokul, lise dönemlerimizde her ders için özene bezene dönem ödevleri hazırlardık. Dolma kalemle inci gibi yazar, bir de kitap kapağı gibi ödev kapakları yapar ve daha iyi yapma yarışına girerdik. Şimdi düşünüyorum da, araştırma yöntemlerinin temellerini aslında bizler o yıllarda daha iyi öğrenmişiz.Pek çok arkadaşımız il ya da ilçe halk kütüphanelerine giderek ödevlerini hazırlama çabası içinde olurlardı.Lise son sınıfa kadar neredeyse hiç buna ihtiyaç duymamıştım.Kimya dersi ödevi için, günün birinde o vakit bulunduğumuz ilin kütüphanesine gitme ihtiyacım doğdu.Genellikle evimizdeki kitaplardan arkadaşlarımıza dahi yardımcı olabildiğimiz halde, ben nasıl olur da bir kütüphaneye ihtiyaç duyardım??Çünkü o yıllarda benim en çok övündüğüm ve gurulandığım şey babamın kitap sevgisi ve kitaplarımızın çokluğuydu. İl halk kütüphanesi, dönemin şartlarına göre, fiziksel olarak oldukça donanımlı bir kütüphane olmasına rağmen, oradaki memurun davranışları ve bizi gerçek anlamda kovmaktan beter etmesi beni soğutmaya yetmişti. Sonradan daha iyi anlayıp öğreneceğim gibi, o yıllarda hatta yakın zamanlara kadar, biraz eğitim almış, neredeyse okuma yazma bilmesi yeterli olan kişilerin görevlendirildiği yerlerdi kütüphaneler.Okul kütüphanemiz bile, asık suratlı memurların teneffüslerde zoraki açıp kapattığı, kitap deposu gibiydi.

Gel zaman git zaman üniversite sınavları ve tercih yapma sırası gelmişti.Fen bölümünde okumama rağmen babam, edebiyat yönümün daha ağır olduğunu düşünerek ve bilerek bu alanda tercih yapmamı salık verdi.Hatta sen Kütüphanecilik Bölümü’nü de eklemeyi unutma dedi.Kendisinin okuduğu yıllarda bu bölüm açılmış olsa kesinlikle seçeceği mesleğin Kütüphanecilik olacağından bahsetti.Onu kırmadım ve sonuç, malumunuz.

Amaaan bu sene bir kayıt olayım da, seneye tekrar girip daha iyi bir bölüm kazanırım diyerek başladığım okulumdan, bu mesleğin gerçekte çok değerli bir bilim dalı olduğunun, bilgiye ulaşma ve ulaştırmada hayatın pek çok alanında kullanılabilirliğinin idrakine varıp, iyi bir kütüphaneci olabilme idealiyle mezun oldum.Bizim dönemimizin en büyük şanslarından biri bu bölümün ilk kuruluşunda dışarıdan gelen yabancı hocaların asistanlığıyla başlayarak, kütüphaneciliğe adım atmış duayen kişilerin öğrencileri olmaktı. Mesleğin tarihçesi, ülkemizde ve dünyada uygulanabilirlik alanları, araştırma yöntemleri, Osmanlıcayı, danışma kaynakları ve kullanımları, kataloglama ve sınıflandırma gibi teknik işlemleri bol uygulamalı ve esaslı bir biçimde hazmederek iyi donanımlı kişiler olarak mezun olduğumuz düşünüyorum.Elbette ki, başta yabancı dil olmak üzere şu an çok da aklıma gelmeyen eksikler vardır.Ancak, mesleki bilincin bizlere çok iyi kazandırıldığını düşünüyorum.

Yeri gelmişken ilk günlere dair bir anımı paylaşmak isterim.O dönem İstanbul İl Halk Kütüphanesi’nin müdiresi Neval İnal Hanımefendi’ydi.Okulumuza yakın olduğu için kütüphaneyi tanıma amacıyla gidip, kendisiyle tanışmak istedik. Bizi son derece sıcak karşılamış, kendi işine olan sevgisini bize çok iyi yansıtmıştı.Ayrıca, kendimizi sürekli geliştirmemiz gerektiğini, özellikle Osmanlıca’nın bizim için bir lisan değerinde olduğunu, gözlerindeki sıcaklık ve içten gelen şefkatli gülüşüyle öyle güzel anlatmıştı ki…Ardından; “Lütfen hiçbir anınızı boşa geçirmeyin, gerekirse burada size bir oda ayıralım, ders çalışmak için, okumak için istediğiniz an gelin” demesi, bu mesleğin insanı olmak için ilk kesin adımı atmama yetmişti. Lisedeki bizi azarlayan insandan, işini severek yapan gerçek bir kütüphaneciye uzanan köprüde ben de, bir aday olarak yürümeye başlamıştım.Ne yalan söyleyim, Anadolu’daki kütüphanelerde çalışıp, insanlara okumayı, kitapları ve kütüphaneyi sevdirmek, buraları okuldan sonra gelen birer eğitim yuvası haline getirebilmek, bilgiye ulaşabilmesi zor gençlerle pek çok faaliyetler yapabilmek idealinde bir kütüphaneci adayı olarak mezun olmuştum.

Mezuniyetten kısa bir süre sonra, bir Anadolu Kütüphanesinde değil ama, zamanla daha da çok sevdiğim, şu anda çalıştığım, mesleki ve hayati anlamda bana çok fazla artılar kazandıran şimdi bulunduğum kütüphanede işe başladım.İlk yıllar, Danışman Kütüphanecilik yaptıktan bir müddet sonra, evlilik, çoluk çocuk derken çok da kısa olmayan bir ara verdim.Yıllar sonra geri döndüğümde, artık herşey daha teknolojik ve farklıydı.Yeni yöntemler, yeni sistemler vs. vs. Ancak, Dewey numaraları neydi, hangi konu hangi numarada tasnif edilip, hangi konu başlığı veriyorduk, becerebilir miyim diye düşünürken, tabi ki genç arkadaşlarımın da yardım ve katkısıyla hiç de zorlanmadan bunları yapabildiğimi gördüm.Çünkü hocalarımızın verdiği eğitim ve yıllar içinde yine de kendimi çok uzak tutmamaya çalışmaktan dolayı bilinç altımda saklanan tasnif numaraları ve konu başlıkları birer birer – deyim yerindeyse – halay çekmeye başladılar.

Şu an yine Danışman Kütüphaneci olarak işime devam ediyorum.Benim en çok sevdiğim birim desem yeridir.Çünkü, okuyucuyla iç içe olup, onlara birşeyler kazandırmaya çalışmak, zaman zaman dostane sohbetler yapabilmek, raflardan ve dolayısıyla kitaplardan çok da uzak olmamak, kitapları raflara yerleştirirken onları kucaklamak, hatta bazen olumsuz kişilerle bile küçük mücadeleler yaşamak, herşeye rağmen, gelenleri içtenlikle verilen bir sabah selamıyla karşılayıp, memnuniyetle uğurladığımıza inanarak geçirilen her gün ayrı bir tat, ayrı bir anı.Her kitabın tasnif ve erişim numaralarının yazılı olduğu etiketler onların kimliği, yani her birisinin adı var.Bu anlamda her bir kitap, daha doğrusu her bir materyal sizin çocuğunuz gibi.Bir ressam için resmi, şair için şiiri neyse bizim için de bilgiye götüren her belge çocuklarımız gibi.Bir tiyatrocu için seyircisi neyse, bizim için de okuyucu aynı.İstediği bilgiye ulaşmış bir okuyucunun yüzündeki memnuniyet bizim için seyircinin alkışı gibi.

Bütün bu güzelliklerin yanında, ne yazık ki bizleri üzen birkaç noktaya da değinmeden geçemeyeceğim.Bu yazıyı kaleme almadan önce, çeşitli yerlerdeki kütüphaneci arkadaşlarımın da aynı konulardaki benzer düşüncelerini okudum.İnanın kelimeler dahi aklımdan geçtiği gibiydi. Bölümümüzün hala üniversitelerde okutulduğunun bilinmemesi, hadi varsa da iki yıl mı dört yıl mı olduğunun sorulması.Hele de –benim en çok karşı olduğum- “Bilgi ve Belge Yönetimi” ismiyle  bir büro işi olup olmadığının anlaşılmaya çalışılması hepimizi üzen konular.Kimbilir, belki bizler de tanıtımı iyi başaramadık.

Benim kütüphanemde yaşadığım birkaç anektodu aktarayım burada size.Bize gelen öğrencilerden, özellikle tarih, edebiyat ve sanat tarihi bölümü okuyanlar burada çalışmak için ne yapmaları gerektiğini ve nasıl başvuracaklarını sorarlar.Ben Kütüphanecilik mezunu olmaları gerektiğini söylediğimde nasıl yani diye soranlar da ne yazık ki pek de az değil.Geçenlerde birkaç öğrenciyle bu konuda konuşunca, öyle bir bölüm mü var, ne okutuluyor ki diye sordular.İki seneliktir herhalde diye de eklediler tabi ki. Bölümün şimdiki adını, kısaca içeriğini anlatınca ikna oldular ama, şaşırmaktan da kendilerini almadılar.Tercih dönemlerindeki rehberlik eksikliği bunda önemli bir faktör tabi ki.Ama ben biraz da eski bir kütüphaneci olarak, tüm dünyada hala “Librarianship(Kütüphanecilik)” olarak kullanıldığı halde, bizde “Bilgi ve Belge Yönetimi” olarak kullanılmasının da bir rolü olabileceğini düşünüyorum(Naçizane fikrim).

Geçen hafta iki tane Hukuk Fakültesi öğrencisini üye olarak kaydettim.Kayıt esnasında onların kütüphaneyle ilgili sorularını elimden geldiğince cevaplamaya ve ayrıca onların sormayıp benim o anda aklıma gelen  bir takım konularla ilgili olarak da, bilgilendirme yapmaya çalıştım.Kütüphanede bulundukları sırada ihtiyaç duyabilecekleri (lavabo, su, çay vs.) durumlarala ilgili açıklamalarda bulundum.Enerjileri müspet ve yüksek olan, iki güler yüzlü genç bundan duydukları memnuniyeti dile getirip, ne güzel sohbet havasında anlattığımı söylediler.Ben de hem gençleri, hem de mesleğimi çok sevdiğim için bana bunun zor gelmediğini söylerken, mesleğiniz??? diye bir söz sarfettiler.Gerçi bunu söyleyen kızcağız biraz kızardı ve pot kırdığını düşündü ama. Mesleğim, Kütüphanecilik deyince, aaa doğru doğru diyerek masalarına geçtiler. J

Bir de, normal bir danışma memuru olarak görüldüğümüz durumlar var.Fotokopisini aldıktan sonra, “abla sen borcumu yaz da öbür sefer vereyim” ya da “ben bu kitabı şimdi veriyorum, siz fotokopisini pazartesiye hazırlayın da gelip alayım” diyerek ayrılanlar, girerken ve çıkarken selam vermeyi unutanlar!!!, teşekkürü zul addedenler…Örnekleri çoğaltmak mümkün.Aslında, hepsi genel anlamda eğitim eksikliğinden ve teknolojinin -özellikle de- gençleri birer robot haline getirmesinden kaynaklanan durumlar.Biz kütüphanecilere bu anlamda da görevler düşüyor.Bazen abla-abi, bazen ana-baba ya da öğretmen, hatta rehberlik ve psikolojik danışma görevlisi, kimi zaman davranış bilimci…Pek çok bilime ve bilgiye ulaştırmanın yollarını bildiğimiz gibi, farklı alanlarda da kendimizi yetiştirip, hizmet kalemlerimizi çoğaltmak gerekiyor.

Her şeye rağmen, çok güzel ve özel bir mesleğin neferleriyiz ve tanıdığım, bildiğim pek çok arkadaşımla beraber mesleğimizi çok çok severek yapıyoruz.Benim en büyük dileğim bu alanda yeni ve başarılı gençlerin yetişmesi ve mesleğimizi ülkemizde de layık olduğu yere getirmeleri. Bizler nasıl büyüklerimizin tecrübelerinden faydalandıysak ve hala da buna devam ediyorsak, yeni nesile de kendi tecrübelerimizi aktarmada her zaman varız.Yeter ki binaya bizde bir taş koymuş olalım.

Buradan herkese kitap ve sevgi dolu günler diliyorum.Bizler KÜTÜPHANECİYİZ, mesleğimiz KÜTÜPHANECİLİK kitapçılık değil.

Saygı ve selamlar…

27/03/2017

Aybike YURDÜRÜN

Serbestlogokaratkter4tış

Yorum bırakın